Ünlü Fransız yazar Alexandre Dumas’nın, öğrencilik yıllarında her birimizin elimizden düşürmediği meşhur bir eseri vardır, Monte Kristo Kontu diye. Haksızlığa, zulme ve ihanete uğramış bir insanın hikayesini anlatır. O kitapta Dumas, kahramanı Edmond’un dilinden hayatın zorlu taraflarını henüz keşfetmemiş dostuna şu nasihati verir:
“Hayat bir fırtınadır genç dostum. Bir an güneş ışığı parlarken bir de bakmışsın dalgalar kabarmış. Seni adam yapan o fırtına geldiğinde ne yapacağındır.”
Bu söz, en çok da, Türkiye’de yaşayan bizler için geçerli şu sıralar… Anadolu’nun bölünmez parçası olan Güney Doğu’da bazı ilçelerimizde terör örgütünün başlattığı sözde kalkışma provalarına, güvenlik güçlerimiz geçit vermiyor. Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirmek isteyenlere piyonluk yapanlara karşı üstün bir cesaretle mücadele ediyorlar. Şehit haberleri yüreklerimizi dağlıyor. Ama toprağa düşen her kan damlası, bu toprakların bizim olduğunu bir kez daha kayıtlara geçiriyor.
Şunun da farkındayız:
Daha birkaç yıl öncesinde Türkiye, kardeşlik ve huzur ortamına doğru güçlü ve büyük adımlar atıyordu. Barışın ve kardeşliğin güneşi tüm haşmetiyle parlarken, bir anda dalgalar kabardı.
İyi ki dalgalar kabardı. Elbette öncesinde büyük bir sessizlik oldu. Ben en çok fırtına öncesi bu sessizliği severim. Neden mi? Çünkü çakallar ve hesabı olanlar, bu sessizlik ortamında inlerine saklanırlar, kuytu köşelere çekilip hesaplar ve tuzaklar kurarlar. İşte onları bir kez daha tanımam için vesile olur, o sessiz ortamlar.
Sonra bunun uluslararası yansımaları geldi. Fırtına yaklaşırken, onlar da saflarını belirlediler. Kime sahip çıktıkları, kimlerle kolkola olduklarını gösterdiler. Kim kime silah veriyor, kim kime danışmanlık yapıyor, kim kiminle aynı siperde savaşıyor, bir kez daha anladık. Bu yüzden severim fırtına öncesini:
Dostu, düşmanı bir kez daha tüm boyutlarıyla görürsünüz, fırtınalı havalarda.
Kaybedecek makamları olanların, kaybedecek malı olanların, kaybedecek maddi kazanımları olanların nasıl bir bir döküldüğünü fark edersiniz. Vatan olmayınca kaybedecek bir şeyi olmayanlar ise dimdik ayakta dururlar. Çünkü onlar bilirler ki, “insanın adamlığı, fırtına geldiğinde ne yaptığından” belli olur.
Ve yine bilirler ki, her fırtınanın sonu süt limandır ve onlara rehberlik eden bir “fırtına ustası” vardır.