İstanbul Ticaret Borsası

 


  • BAŞKAN'DAN
Başvuru Yapan: Gerçek Kişi

4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereğince istediğim bilgi veya belgeler aşağıda belirtilmiştir. Gereğini arz ederim.


T.C. Kimlik No (*)

:     


Ad Soyad (*)

:     


E-Posta (*)

:     


Telefon (*)

:     


Faks (*)

:     


Geri Dönüş Tercihiniz

:    


Adres (*)

:     



İstenilen Bilgi / Belge (*)

:     


(*) Zorunlu alanların doldurulması gerekmektedir.

Başvuru Yapan: Tüzel Kişi

4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereğince istediğim bilgi veya belgeler aşağıda belirtilmiştir. Gereğini arz ederim.


T.C. Kimlik No (*)

:     


Ad Soyad (*)

:     


E-Posta (*)

:     


Telefon (*)

:     


Faks (*)

:     


Geri Dönüş Tercihiniz

:    


Adres (*)

:     



İstenilen Bilgi / Belge (*)

:     


(*) Zorunlu alanların doldurulması gerekmektedir.

    Eylül
    2016
    Dünya 5’ten büyüktür ya da böyle gelmiş böyle gitmez

    Türkler, tarihinin en sıkıntılı, en zorlu ve en karmaşık sürecinden geçiyor. Aslında bu süreç, 19. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu zamanında başlamış, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde ise bir hayat-memat meselesine dönüşmüştü. Koca bir İmparatorluğu, parçalaya parçalaya küçültüp, Anadolu yarımadasına çekilmeye mahkum edenler, o devrin büyük devletleri, yani İngiltere önderliğindeki Batılı devletlerdi. Oysa o gün Türkiye’yi yöneten Osmanlı devlet adamları, Batılı devletlerle aynı istikamete doğru yürürlerse, onların kurtlar sofrasına meze olmaktan kurtulabileceklerine inanıyorlar, bunun için de Tanzimat, yani devleti siyaseten ve idareten yeniden tanzim etme devrini başlatıyorlardı. Öyle ki, 1854 yılında İngiltere ve Fransa’yı yanına alıp Kırım’da Ruslara karşı savaşarak, onları yenilgiye uğratan Osmanlı İmparatorluğu, bu savaşa simgesel bir anlam bile yüklüyordu.

     

    Peki bu anlam neydi? Bu anlamı, dönemin Osmanlı Sultanı Abdülmecid, Fransa’nın İstanbul sefirinin kendisine takdim ettiği Legion d’honneur nişanını kabul ederken yaptığı konuşmada ifade ediyordu: “Samimiyetle ümit ediyorum ki, bütün tebamın refahı için devamlı bir şekilde sarf ettiğim gayret, umulan başarıyla neticelenecek, ve artık büyük Avrupa ailesine  mensup olan Devlet-i Aliyyem, bütün dünyaya medenî milletlerin arasında yerini almayı hak etmiş olduğunu gösterecektir.”

     

    Sultan Abdülmecid, büyük bir safdillikle artık Avrupa Ailesi’nin bir üyesi olduğunu ve Batılı ülkeler tarafından da bu ailenin meşru bir üyesi olarak tanınmayı başardığını söylüyordu. Neyin karşılığında? Batılı devletlerin devleti parçalamalarını kolaylaştıracak reformlar karşılığında…

     

    Ne var ki geçen süre bize, durumun hiç de öyle olmadığını gösterdi. İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği ülkeler, ilk fırsatta Osmanlı İmparatorluğu’nu paramparça edip aralarında nüfuz bölgelerine ayırarak, paylaştılar. 1923’le birlikte de, tarihî hinterlandımızla, yani Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Kuzey Afrika ile bir daha ilgilenmemek kaydıyla bize, Fethi Gemuhluoğlu’nun ifadesiyle, Anadolu Beylerbeyliğini lütfettiler! Evet, bugünkü ülkemiz bir zamanlar bize bağlı beylerbeyliklerden bir tanesiydi ve biz ona “dışarıyla ilgilenmemek” şartını kabul ederek kavuşmuştuk.

     

    Cumhuriyet dönemi, 1980’li yıllara kadar sessiz, dolayısıyla sorunsuz geçti. Ne zamanki, rahmetli Turgut Özal ile Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar olan bölgenin Türk olduğunu hatırladık, sorunlar da başladı. Ama sorunun en büyüğü 2002 yılıyla birlikte ortaya çıktı. Türkiye, kendisine unutturulmak istenen sancaklarını, vilayetlerini, dostlarını, kardeşlerini hatırladı. Ne zaman onlarla birlikte gönül bağını güçlendirip güçlü bir İslam coğrafyası oluşturmanın liderliğini ele aldı, sorunlar daha da arttı.

     

    Çünkü Türkiye, büyük lideri, cumhurun reisi Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde, dünyaya nizamat vermeye çalışanlara, dünyayı aralarında nüfuz bölgesine ayıran o devletlere şöyle diyordu: “Dünya 5’ten büyüktür.” Yani, böyle gelmiş, böyle gitmez. Daha da önemlisi Cumhurbaşkanımız Erdoğan, II. Dünya Savaşı sonrası kurulan tüm uluslararası kurumların yeniden yapılandırılmasını istiyordu.

     

    Bu şu demekti: Türkiye, I. Dünya Savaşı öncesi dünya nizamında nasıl bir role sahipse, o rolü geri istiyordu. Bunun karşılığı elbette olacaktı. İşte bedeli ne olursa olsun, yöntemi nasıl olursa olsun; iktidarı değiştirmek istemelerinin sebebi buydu... 15 Temmuz darbe girişimini bir de bu gözle değerlendirirsek, meselenin göründüğünden çok daha ciddi ve hayatî olduğunu fark ederiz.